Yaşayan Ölüler Tiyatro Hangi Dönem? Bir Psikoloğun Gözünden İnsan Ruhunun Sahnedeki Yankısı
Bir Psikoloğun Perde Arkasındaki Merakı
Bir psikolog olarak, insan davranışlarını gözlemlerken sık sık tiyatro sahnesini hatırlarım. Her bir birey, kendi iç dünyasının yazarı ve oyuncusudur. Ancak bazı dönemlerde sahneye çıkan karakterler, yalnızca yaşadıklarını değil, içsel ölümlerini de temsil eder. “Yaşayan ölüler” kavramı, işte tam da bu noktada insan ruhunun sahneye yansımasıdır. Peki, bu tema hangi dönemin tiyatrosunda doğdu ve nasıl bir psikolojik yansımayı temsil etti?
“Yaşayan Ölüler” Tiyatrosunun Dönemi ve Anlamı
“Yaşayan ölüler tiyatrosu” genellikle 20. yüzyılın varoluşçu tiyatrosu içinde değerlendirilen bir dönem anlayışına aittir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında insanlık, hem fiziksel hem de psikolojik bir yıkımın içindeydi. Toplumsal düzenin sarsılması, bireyin yalnızlaşması ve anlam arayışının belirsizleşmesi, tiyatroda “yaşayan ölü” imgesini doğurdu. Bu dönemde insan artık bir kahraman değil, kendi varoluşuna yabancılaşmış bir gölgeydi.
Bu tiyatro biçimi, yalnızca toplumsal çöküşü değil, insanın kendi bilincine yabancılaşmasını da sahneye taşıdı. Karakterler, konuşur ama duyamaz; hareket eder ama hissedemez; yaşar ama gerçekten “yaşamaz”.
Bilişsel Psikoloji Perspektifinden: Anlamın Çöküşü
Bilişsel psikoloji, insanın çevresini nasıl algıladığını, bilgiyi nasıl işlediğini ve anlamlandırdığını inceler. “Yaşayan ölüler tiyatrosu”nda karakterlerin bilişsel süreçleri bozulmuştur. Gerçekle kurulan bağ zayıflamış, algı ile duygu arasında bir kopukluk ortaya çıkmıştır. Bu, günümüz insanının bilişsel tükenmişliğine de benzer: bilgi çağında yaşıyor ama anlam çağını kaybediyoruz.
Karakterler sahnede mekanik hareketler yaparken, aslında birer “zihinsel donma” halindedir. Bu durum, travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerin ruh haline benzer. Düşünce çalışır, beden hareket eder ama duygusal sistem donmuştur. Tiyatroda bu durum, sessizlikler, donuk bakışlar ve ritmik tekrarlarla sembolize edilir.
Duygusal Psikoloji Boyutu: Hissizliğin Duygusu
Duygusal psikoloji açısından bakıldığında, “yaşayan ölüler” sahnesi, bastırılmış duyguların patlamadan önceki sessizliğidir. Karakterler içsel çığlıklarını dışa vuramaz, çünkü toplum onları sessiz olmaya zorlamıştır. Bu durum, duygusal yoksunluk olarak tanımlanabilir. İnsan, hissetmekten korktuğu için yaşamın en temel duygularından —sevinç, öfke, korku— kopmuştur.
Bu tiyatro biçimi, izleyiciye bir ayna tutar. Seyirci, karakterde kendi bastırılmış benliğini görür. Bu yüzden, “yaşayan ölü” aslında sahnedeki değil, izleyici koltuğundaki insandır.
Sosyal Psikoloji Açısından: Yabancılaşmış Toplum
Sosyal psikolojiye göre insan davranışı, toplumsal normlar, roller ve aidiyet duygusuyla şekillenir. “Yaşayan ölüler tiyatrosu”nda toplum, bireyin ruhunu şekillendiren değil, onu öldüren bir mekanizmadır. Modern toplumun beklentileri, insanı maskelerle yaşamak zorunda bırakır. Her birey, kendi özünden koparak “yaşayan bir otomat”a dönüşür.
Bu bağlamda, tiyatronun dönemi sadece tarihsel bir kesiti değil, modern insanın sosyo-psikolojik trajedisini temsil eder. Kitle iletişim araçlarının, sosyal medya kimliklerinin ve yüzeysel ilişkilerin hakim olduğu çağımızda, “yaşayan ölüler” yalnızca sahnede değil, günlük hayatın her köşesinde karşımıza çıkar.
Yaşayan Ölüler Tiyatrosunun Günümüze Etkisi
Bugünün insanı, “yaşayan ölüler tiyatrosu”nun izlerini hâlâ taşır. İş hayatında, ilişkilerde, dijital dünyada insanlar var olmaya çalışırken aynı zamanda tükenmektedir. Bu tiyatro biçimi, geçmişte kalmış bir sanat anlayışı değil; modern çağın psikolojik yansımasıdır. Her ekran başındaki birey, sahnedeki oyuncular kadar “rol” yapmaktadır.
Kendine Ayna Tutmak
Bu tiyatronun temel amacı seyirciyi rahatsız etmektir —çünkü rahatsızlık, farkındalığın başlangıcıdır. Her insan, içinde bir parça “ölü” taşır; bastırılmış arzular, ertelenmiş sevinçler, söylenmemiş cümleler… “Yaşayan ölüler tiyatrosu” bize, o parçaları yeniden diriltme cesareti kazandırır.
Sonuç: Ruhun Perdesi Hiç Kapanmaz
“Yaşayan ölüler tiyatrosu” yalnızca bir dönem değil, insan ruhunun bitmeyen oyunu gibidir. Her çağ, kendi ölülerini yaşatır; kimi duygularını, kimi benliğini, kimi inancını gömer. Psikolojik açıdan bu tiyatro, varoluşun yeniden sorgulanışıdır.
Ve belki de bu yüzden, sahne karardığında bile oyun bitmez —çünkü yaşayan ölüler hâlâ aramızdadır, her birimizin içinde sessizce nefes alır.
Haldun Taner, toplumsal yaşamda öne çıkan aksaklıkları ve mizahî unsurları okuyucularına sade dille aktaran bir hikâyecidir . Engin kültür birikimi ve her düşünceye saygı duyan anlayışının hikâyelerine de etkileri olmuştur. Epik tiyatro seyirciyi bir gözlemci yapar, ondan yargıya varmasını ister. Yazar bunu sağlamak için çeşitli araçlar kullanır. Oyunlar episodik olarak bölümlenmiştir ve bu episodlar arasındaki neden sonuç bağı olabildiğince gevşek tutulur.
Paşa! Katkılarınız sayesinde yazıya çok yönlü bir yaklaşım eklenmiş oldu ve metin daha kapsamlı hale geldi.
Tersine Akan Nehir (1929), Rüya içinde Rüya (1930), Kurtlar (1933) adlı oyunları Darülbedayi’de sahnelenmiştir. Danyal ve Sara adlı oyunu Varlık Dergisi’nde (1938), Yaşayan Ölüler adlı oyunu Ağaç Dergisi’nde ( 1936 ) yayımlanmıştır. Haldun Taner ( 1915, İstanbul – 1986, İstanbul), Türk öykü, tiyatro ve kabare yazarı, öğretim üyesi ve gazetecidir. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biridir. Türkiye’de epik tiyatro türü ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür.
Sibel! Sağladığınız fikirler, yazıyı yalnızca geliştirmekle kalmadı; aynı zamanda daha derinlikli bir içerik kazandırdı.
Eser Adı Yayın evi Basım yılı Gül ve Gönül Kanaat Kitabevi / İstanbul 1936 Selma (İstanbul’un İmarı) Kanaat Kitabevi / İstanbul 1936 Genç Osman – / – – Eski İstanbul Yaşayışı Türkiye Basımevi / İstanbul 1946 18 satır daha Celal (Musahipzade) – Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü – Ahmet Yesevi Üniversitesi madde-detay celal-musahipza… Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü – Ahmet Yesevi Üniversitesi madde-detay celal-musahipza…
Ece! Katkılarınız sayesinde çalışmaya yeni bir perspektif eklendi, bu da yazıyı zenginleştirdi.
Tarihi milattan önce 6.yüzyıla kadar uzanan tiyatro, duyguların, düşüncelerin ve durumların sahnede sergilenmesi esasına dayanır. Yunanca, theatron kelimesinden türemiştir, seyirlik yer anlamına gelir. Tiyatronun Antik Yunan’da bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlerde doğduğu kabul edilir. 22 Şub 2022 Geçmişten Günümüze Tiyatro ve Tiyatronun Tarihsel Gelişimi | SKS Üsküdar Üniversitesi gecmisten-gunumuze-tiyatro-… Üsküdar Üniversitesi gecmisten-gunumuze-tiyatro-…
Toygar! Sevgili dostum, katkılarınız sayesinde yazı yalnızca daha okunabilir olmadı, aynı zamanda çok daha düşünsel bütünlük kazandı.